20 Nisan 2015 Pazartesi

The President – Başkan


İranlı yönetmen Muhsin Mahmalbaf’ın hayali bir ülkede geçen filmi, son dönemde dünya gündeminden aşina olduğumuz bir durumu konu ediniyor. Ülkenin Başkanı (Misha Gomiashvili) asker kökenli bir diktatördür ve sarayında ailesi ile lüks içinde yaşamaktadır. Bir akşam torunu (Dachi Orvelashvili) ile “Başkancılık” oynarken isyan başlar ve ihtilal olur. Ailesini yurt dışına göndermek üzere havaalanına gittiklerinde torunu uçağa binmez ve dedesi ile birlikte kalır. Bir iki gün içinde olayların yatışacağını düşünen Başkan, torunun kalmasına izin verir ancak havaalanından saraya dönmeye çalışırken durumun o kadar da basit olmadığını fark eder. İsyancı birliklere yakalanmamak için torunu ile birlikte kaçmaya başlar ve bu süreçte hem kendi tiranlığı ile yüzleşir hem de kurduğu baskıya kendisi maruz kalır.


Filmde dede-torun ilişkisi ve minik Dachi Orvelashvili’nin oyunculuğu öne çıkıyor. Çocuk çok sevimli ve o kadar iyi oynuyor ki başlardaki şımarık ve kibirli Başkan’ın Torunu’ndan, kaçış sırasında evinden uzakta, tehlikede olduğunu sezen ama pek bir şeyden de haberi olmayan meraklı çocuğa dönüşümü harika.


450

Diktatörlük ve diktatörler hakkında fazla yeni bir şey söylemese de sadece yaşlı adam küçük çocuk hikâyesi için bile izlemeye değer. Sadece çok politik bir şey beklemeyin.

453


SPOILER

İzlemeden önce diktatörlük, halkın çektiği acılar ve ettiğini bulan bir diktatöre dair bir film olacağını düşünmüştüm. The President ise daha çok bu hataya düşülmemesi gerektiği ile ilgili bir filmdi.
Tamamen Başkan ve torununun kaçışı üzerinden ilerliyor, diğer tüm detaylar da bu kaçış sırasında fark ediliyor. Çocuk o kadar tatlı ve Başkan öyle çaresiz ki, tiranın ölümünü bekleyerek gittiğim filmde kendimi bir anda kurtulmalarını, kaçmalarını dilerken buldum. Torununun renk vermemesi ve yakalanmamaları için çocuğa sürekli her yaptıklarını oyun olarak anlatmasıyla sonuna doğru filmi Life Is Beautiful’a benzettim. Filmin sonunda küçük çocuğa bir şey olsaydı dayanamazdım sanırım, boynuna ipi geçirdiklerinde ellerinin titreyişiyle o kadar kötü oldum ki, filmin sonu bu hali ile bile hoşuma gitmese de yine de benim için en azından katlanılabilirdi.

Tüm bu dede-torun ilişkisi ile diktatörün kötülüğünden uzaklaşıp intikam duygularından vazgeçiriliyoruz. Kaçışları sırasında geçtikleri yerler ve karşılaştıkları insanların durumları ile de isyanla aslında pek bir şey değişmediği/değişmeyeceği görülüyor. Halk yine fakir, yine malları çalınıyor, yine tecavüze uğruyorlar, yine öldürülüyorlar; bu sefer isyanı gerçekleştirenler tiranlaşıyor. 

En sonunda hapisten çıkan ekibe katıldıklarında da o anki durumla Başkan’ın diktatörlüğü arasında bağlantı kurabiliyoruz. Mahkûmlardan biri şarkı söylediği için içeri girdiğini söylüyor (Bu gerçek sanırım, yani o rolü oynayan ağbi gerçekten şarkıcı ve hapse girmiş galiba, internette bir şey bulamadım ama araştıracağım.), biri Başkan’ın oğlu ve gelininin (çocuğun anne ve babasının) öldürüldüğü suikasta karıştığını itiraf ediyor ve en bilgeleri filmin tüm fikrini ortaya koyuyor. Diktatörden intikam alarak diktatörlük bitmeyecek, tam tersi kendini devam ettirecek. Tiranlar ülkeyi değil halkları çürütüyor, öyle bir durumdalar ki şiddetten vazgeçebilmeleri çok hayalî görünüyor. Yeni güç sahipleri yine baskı ve zulüm uyguluyor ve özgürlük asla kazanılmıyor. Böyle haksız acılar yaşamış insanlar için bu çok zor ama belki de gerçekten değişim affedebilmekten geçiyor.

Filmi sevdim ama bunda ufaklığın etkisi çok büyük. Çocuğu çok sevdim, çok çok sevimli, çok tatlıydı. Benim için farklı bir film oldu, intikam alacağım duygusuyla gidip daha film bitmeden “Neyse derslerini aldılar, kurtulsunlar bence.” demeye başladım. Filmden çıkınca Saddam’ı, Kaddafi’yi düşündüm, yok hayır yine hiçbir acıma ya da pişmanlık hissetmedim. Film sevimli çocuk ile insanı yumuşatıp söylemek istediğine hak verdiriyor.

SPOILER

izlediklerim

0 yorum:

Yorum Gönder