My Brodmann Area 10Dış dünya ile başa çıkmak istiyorsan, insanların yüzünü görmesine izin vermeyeceksin. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Kendi isteğimle aldığım ilk dolma kalemim: Lamy Safari Neon Lime


Kalemleri çok seviyor olmama rağmen sahip olduğum bunca kalemin içinde neden hiç dolma kalem yoktu gerçekten hiç bilmiyorum. Aklıma en çok yatan sebep ilk-orta okul yıllarımdaki Güzel Yazı Dersi. Yazım oldukça kötü olmasına rağmen yazmayı severim, güzel yazı dersinde uğraşmayı da seviyordum ama çıkan sonuçtan hiçbir zaman memnun olmadım. Bir de o yıllarda kalemi oldukça bastırarak kullanıyordum ve kırtasiyeden aldığımız dolma kalemlerin ucu bir iki hafta sonra ortadan ayrılıyordu. Hem kötü olan yazımın dolma kalem ile daha da kötü olması hem de yardığım uçlar bende dolmakalemin bana uygun olmadığı düşüncesi yarattı.



Bu düşüncemde ısrar etmeyip dolma kalemlere bir şans vermem ise Lamy sayesinde oldu. Lamy’nin kurşun ve tükenmez kalemlerini severek kullanıyordum zaten. Bir süredir de dolma kalemleri de ilgimi çekmeye başlamıştı. Bu yılın özel rengi neon limon yeşili hoşuma gitti, biraz da biter korkusuyla D&R’dan sipariş verdim.



Şimdi gelelim benim gibi acemiler için ilk dolma kalem deneyimine. Set olarak almadıysanız kalem normal Lamy kutusunda geliyor. Dolma kalem diye özel bir şey beklemeyin :).  Kapağını açtığınızda kartondan bir halka göreceksiniz, sanırım kartuşun boşuna mürekkep akıtmaması için bir koruma bu. Üst kısmını çevirip çıkarın, halkadan kurtarıp tekrar takın. Benim gibi hemen yazmaya çalışıp, mürekkep gelmediğini görünce heyecanla Google’a sarılmayın. Mürekkebin gelmesi biraz sürüyor, ben ilk denediğimde kesik kesik yazıyordu, masanın üzerinde bıraktım, 6-7 dakika sonra gayet güzel yazmaya başlamıştı.


358


Yazmaya başladık ve bu güne kadar neden dolma kalem almadığım için kendime kızdım. Dolma kalem ile yazması çok keyifli, kağıdın üzerinde kayıyor, mürekkebin bıraktığı izlerle kendini normal kalemden hemen ayırıyor. D&R’dakiler genelde M uç ile satılıyor, ben bu uç ile oldukça rahat ettim. Bir tane kartuşu ile birlikte geliyor.  Yedek kartuş alarak devam edebilir ya da mürekkep ile kullanmak için dönüştürücü satın alabilirsiniz. Mürekkep kısmı ise bambaşka bir dünya, mürekkep çeşitleri, temizlemesi vs. Ben henüz bu konuda çok cahilim ama dolma kalem kullanımı ile çok güzel bloglar ve youtube videoları var, bunlardan faydalanabilirsiniz, ben de öyle yapacağım. Ben şimdilik detayları ile çok ilgilenmeden yeni kalemimin keyfini çıkarıyorum :).

735



21 Ağustos 2015 Cuma

Bana yeni bir masraf kapısı açtığınız için çok teşekkürler: FUNKO POP



Yeni bir şey değil, ben de bir süredir internette görüyordum bu komik figürleri. Ama nedense hiç merak edip bakmamıştım. Genelde böyle oluyor, ilk gördüğümde çok cezbetmiyor, sonra “Neymiş bunlar ya?” diye meraklanınca kendimi kaybediyorum.

Bugün de sırada Funko Pop’lar vardı. İlk başlarda “Aman canım bobblehead gibi bir şeyler işte.” diyip burun kıvırmıştım, demek zamanın gelmesi gerekiyormuş.

Funko Pop’lar vinil, koca kafalı figürler. Açıkçası ben bu kadar çok çeşidi olduğunu bilmiyordum. Aklınıza gelebilecek birçok anime, çizgi film, dizi karakterleri var. Game of Thrones karakterlerinden Disney prenseslerine, Çakmaktaş’lardan Scooby Doo Olimpiyatlarındaki Kötüler Takımı’na o kadar çok çeşit var ki. Ben en çok eski karakterlerin de olmasını sevdim. Sadece Doctor Who, Breaking Bad, Harry Potter gibi popüler karakterler yok, Edi ve Büdü, Gizmo, Freddy gibi çocukluğumuza dair tipler de var. Siz de sitesinden bakıp kendinizi kaybedebilirsiniz.








Ben Amazon’da aratıp Türkiye’ye gönderim yapacak sonuçları filtreledim. Genelde fiyatları 10 dolar civarında, 20-25 dolar olanlar da var. Bu hafta uçan kur sağolsun kargo da dahil edilince fiyatlar D&R ile hemen hemen aynı oluyor aslında. Ama Amazon’da çok daha fazla çeşit var. Ben wishlistime birkaç tane ekledim bile :).


976


İlk alacaklarım ise ilk aşklarım Edi ve Batman olacak :).


358



17 Ağustos 2015 Pazartesi

Gülümsemenin Ardındaki Başkaldırı – Taksi Tahran



Taksi Tahran bu sene 34. İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü almasından çok konusu ilgimi çektiği için izlemek istiyordum ancak bilet bulamamıştım. Neyse ki birkaç ay önce gösterime girdi de biraz gecikmeli de olsa sinemada izleyebildim.

Film adı kadar net. Yasaklı yönetmen Jafar Panahi taksiye gizli kamera koyuyor ve şoför koltuğuna oturuyor. Tahran’ın kalabalık caddelerinde kullandığı taksiye yolcular biniyor ve hepsi de gidecekleri yere ulaşamadan birkaç sokak sonra taksiden iniyorlar. Jafar Panahi’nin pek de iyi olmayan şoförlüğünü, yolları bilmemesini pek de umursamıyorlar. Dolmuş gibi kullanılan takside çoğunlukla farklı birkaç kişi oluyor ve yolcuların konuşmaları, başlarından geçenler bize Tahran’daki gündelik hayata, özellikle suçlar ve cezalar hakkındaki görüşlere dair gerçekçi bir porte çiziyor.

Jafar Panahi

Filmin bu gerçekçi ve yalın hali Jafar Panahi’nin başkaldırısı aslında. Yönetmen 2010 yılında İslam Cumhuriyeti aleyhinde propaganda yapmak suçuyla cezaya çarptırıldı ve 20 yıl boyunca film çekmesi, senaryo ve kitap yazması yasaklandı. Film Festivali’ndeki ödülünü almak için Berlin’e gitmesine de izin verilmedi, ödülü onun yerine filmde de oynayan yeğeni Hana Saeidi aldı.

Hana Saeidi
Her ne kadar kısıtlamalar nedeniyle jenerikte oyuncuların ve yönetmenin adı geçmese de, yasaklı bir yönetmenin dalga geçer gibi çektiği bu film pasif bir direniş halini alıyor. Film politik açıdan hiçbir sembol içermiyor, oldukça yalın ve net. Jafar Panahi tüm yaşadıklarına rağmen filmde asabi bir dil kullanmıyor. Filmdeki oyunculuğundan bile sakin bir bilge edasıyla şoför koltuğundan gülümseyişi kalıyor aklımızda.

453
Filmin sonuna doğru taksiye binen avukat arkadaşı da konuyu varacağı noktaya biraz daha yakınlaştırıyor. Kucağında güllerle Jafar Panahi’nin durumundan, erkek voleybol maçını izlediği için yargılanan Ghonsheh Ghavami isimli kadından bahsediyorlar. Filmin sonu ise çok çarpıcı ve yine trajikomik.



Taksi Tahran zekice oluşturulmuş incelikli bir senaryoya sahip. Politik göndermelerini bir kenara bırakıp izlendiğinde bile kavanozda balık taşıyan teyzeler, Jafar Panahi’nin oğluna Nuri Bilge Ceylan filmleri veren korsan cdci gibi karakterlerinin eğlenceli diyalogları ile keyif veriyor.

450

Jafar Panahi’nin naif görülebilecek bu protestosu izlemeye değer. Belki bize kızgınlık, nefret ve şiddetten uzak olarak da ses çıkarılabileceğini de öğretir.

14 Ağustos 2015 Cuma

Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem - İtirazım Var



“Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz; hakikatin ancak parçası olunur. Bunun için kurtul  geçmişinden, geleceğinden, aklından. Kainatta ne varsa şu anda oluyor görmüyor musun? Sadece burada, sadece şimdi. Gözlerini kapa, kalbini aç, aklını da bırak gitsin. Akıl dediğin şey, kafanda koca bir ağırlıktan başka ne ki?”


İtirazım Var’ı bir sene rötarla izledim ama niye bu kadar geç kalmışım diye hayıflanıp vakit kaybetmeyeceğim. Film bitince iyi ki izlemişim duygusu daha ağır bastı çünkü, neden geç kaldığım ile ilgilenmedim. Eğer siz de hala izlemediyseniz, hele bir de bunun sebebi Leyla ile Mecnun’u pek sevmemeniz veya Onur Ünlü’nün tarzından hoşlanmamanızsa sakın inat etmeyin. Her ne kadar Onur Ünlü bu filmi, on film olarak tasarladığı Milli Cinayet Koleksiyonu’nun üçüncüsü olarak çekmiş olsa da İtirazım Var, ilk iki film olan Polis ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ile kurulan denklemden çok farklı bir yerde.

Film saf haliyle bir polisiye ama söyledikleri itibariyle çok daha fazlasını veriyor. Sadece “Katil Kim?” sorusu ile ilgilenmiyor, çarpıklığın ve ahlaksızlığın din dâhil her alanda ne kadar benimsendiği ve normal görüldüğü ile ilgili bir derdi var. Tefeciler, rüşvetçi polisler, borçları yüzünden ölümü ve öldürmeyi göze alanların yakın ilişkileri ile kuruluyor hikâye ve cinayeti çözüme kavuşturacak ipuçlarını elde etmekten çok bu ilişkilere, yani günahlara dair din üzerinden verilen ayarları kazıyoruz zihnimize.



Film cami görüntüleri ve Serkan Keskin’in yani cami imamı Selman Bulut’un saz çalıp Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem’i söylemesi ile başlıyor. Daha ilk sahneden Onur Ünlü vuruşuna başlıyor, devamının geleceğini bilerek memnuniyetle izlemeye devam ediyorum. Geliyor da, camide namaz sırasında biri öldürülüyor, mahallede hırdavat dükkânı olan Salih Kalyoncu, ve Selman’ı detektifliğe soyunmaya mecbur bırakan nur topu gibi bir cinayetimiz oluyor. Önce kanıtlar Selman Bulut’u buluyor, sonra kendini cinayete kadar hiç farkında olmadığı öyle garip ve pis ilişkilerin ortasında buluyor ki, biraz da saflığına ve kayıtsızlığına kızarak cinayetten çok bu ilişkileri çözmeyi kafaya takıyor.

Selman Bulut saz çalan –saz çalmayı öğrenmesi gerektiği için Sivas’ta görev yapmış-, satranç oynayan, eski boksör bir imam. ‘Neden tek tanrıya inanması gerektiği ile ilgili sorularına cevap bulabilmek için’ antropoloji yüksek lisansı yapmış, İncirlik Üssünde imam olarak görev yapmış. Dinin artık gelenekselleşen çarpıklığına, din adamlarının bizzat kendilerinin dini iktidara uygun hale getirmelerine itirazı var. Onur Ünlü bir röportajında Selman Bulut karakterinin bu kadar özelliği olmasının polisiye karakterinin gerekliliği olduğundan bahsediyor, cinayeti çözmeye soyunan birinin analitik düşünebilmesi gerekli, dövüşebilmesi gerekli, bu gerekliliklerin sonucunda satranç oynasın, eski boksör olsun gibi detaylar eklenmiş karaktere. Bu biraz da Selman Bulut’u küçük çapta bir süper kahraman konumuna sokuyor, bilgece laflar eden, akıllı, defalarca ölümden dönen ama hiçbir süper gücü de olmayan bir kahraman. Bu kahramanlık özellikleri yüzünden oluşan “Yok ya böyle biri olamaz!” tepkisine rağmen işin içinde Serkan Keskin olunca Selman Bulut ekranda hiç de yazılmış bir karakter gibi durmuyor. Serkan Keskin öyle olağanüstü oynuyor ki bir film karakteri değil gerçek biri var sanki ekranda. Akıldaki imam ifadesinden çok farklı olsa da – ki Selman Bulut karakteri de aklımızdaki imam örneğinden çok farklı zaten – inandırıcılık yönünden Erkan Can’ın Takva’daki performansı ile anılmaya yakışan bir oyunculuk izliyoruz.

Selman Bulut karakterinin denklemlerle oluşturulmasının neden olabileceği gerçeküstülüğün, oyunculuğun doğallığıyla dengelenmesine benzer bir durum filmin genelinde de var. Film polisiye kurgu açısından kurallara çok uygun bir şekilde ilerliyor, bunun yarattığı vasatlık ise Onur Ünlü’nün asıl derdini anlattığı diyaloglarla bertaraf ediliyor.

Birbirine güzel geçmiş olduğu için iki farklı film izlenimi uyandırmasa da filmin bir polisiye kısmı var -cinayetin çözülmesine doğru giderken ortaya çıkan gerçekler-, bir de çarpık düzen ve gelenekselleştirilen din anlayışına karşı itirazın vurgulandığı –imamın farkına vardığı gerçekler karşısındaki tepkilerini belirttiği- kısmı var.

Polisiye kısmı fazla tatmin edici değil. Heyecanlı ancak düz bir ilerleyişi var. İnsanı meraklandırmıyor da şaşırtmıyor da, olaylar oldukça tahmin edilebilir. Katili bulmaya çalışırken ulaşılan ipuçları ve ilişkiler ağı çoğu zaman filmin diğer söylemek istediklerinin derdiyle arada kaynıyor. Çok fazla gönderme var, bahsedilmesinden memnun olduğumuz konulara değinse de sürekli farklı bir şeyler söyleme telaşı var, bu da ana konuya olan ilginizi kaybetmenize neden olabiliyor. Daha sakin bir film olmasını tercih ederdim, bu haliyle sürekli koşturmaca içinde ilerleyen bir film olmuş.

Bu koşturmacaya rağmen filmin – ve Selman Bulut’un – söyledikleri akılda kalıyor, çok düşündürücü ve etkileyici. Ana eksende faiz haramdır üzerinden ekonomik düzenin çarpıklığı ve bu çarpıklığın benimsenip düzen tarafından da destekleniyor olmasına vuruyor. Bu da Onur Ünlü’nün tefecilerle bizzat yaşadığı deneyimlerinden çıkmış aslında. Polis filmini çekmek için aldığı 100-150 bin TL civarı parayı, faiziyle 1 milyondan fazla olarak ödemek zorunda kalınca, Sırrı Süreya Önder tefecilerin şerefsizliklerini yazmayı önermiş. Onur Ünlü’nün uzun zamandır aklında olan “Bir imam cinayete karışsa ne olur?” hikâyesi ile de birleşince ortaya İtirazım Var çıkmış. Filmin hikâyesi Onur Ünlü ve Sırrı Süreya Önder’e ait. Senaryo ise Onur Ünlü’nün.

450


Ekonomik çarpıklığın yanı sıra hayata dair diğer konularda da gelenekselleşmiş bozuk düzene, dinin iktidara göre biçimlendirerek desteklediği, normal gösterdiği düzene de itiraz ediyor ve diyaloglar bu itirazlar etrafında ilerliyor. Ancak yine de –Serkan Keskin’in filmin başından beri söylediği metindeki gibi- bu kadar çok bahsedilmesine rağmen akıl ve kalbin birlikteliği biraz es geçilmiş. Hakikat akılla kavranılmaz ama aklıyla çözdüğü cinayet ve kalbini açarak vakıf oldukları arasında bir uçurum var.

Bu açıdan özellikle Selman Bulut’un replikleri, söyledikleri çok güzel. Bir kitap okur ve karakterin söylediklerinin çoğunu not alırsınız ya, Selman Bulut da öyle bir karakter olmuş. Neyse ki tanışıklığımız kısa sürmeyecek, Selman Bulut’lu bir film daha izleyeceğiz. Onur Ünlü bir imam aşık olursa ne olacağını çok merak ettiğini ve bununla ilgili de bir film yapacağını söyledi. Yeni film gelene kadar ben İtirazım Var’ı bir iki kere daha izlerim :).

Polisiye kısmı bir yana -benim için filmin kolay izlenmesini sağlayan eğlenceli kısmıydı-, İtirazım Var benim din ile ilgili düşüncelerimi bir yoluna koymaya yardımcı olduğu için çok özel bir film olarak kalacak.

Mutlaka izleyin.


SPOILER

Polisiye kısmından çok Selman Bulut’un diyaloglarını çok sevdim filmde. O yüzden onları es geçmek istemiyorum, yazının buradan sonrasına filmi izleyenlerle devam edelim :).

Serkan Keskin harika oynuyor, karakterin hiçbir özelliğinin, hiçbir repliğinin inandırıcılığını sorgulamadım. Sadece Selman Bulut, Serkan Keskin’in göründüğünden daha yaşlı bir adam, filmi izlerken imamın yaşı ile ilgili sıkıntım oldu. Komisere oğlum demesi, Süpermen’e baba gibi yaklaşması bana biraz imam tavrı gibi gelmişti ama aslında karakter yaş itibariyle de baba modunda. Ben özellikle cinayet masasından Cihan ile olan diyaloglarını çok sevdim.

- Düşünüyorum sadece. Günah mı?
- Değil.
- Niye? Dövmek istiyorum.
- Dövemiyon ama.
- Dövemiyom değil, dövmüyorum.
- O zaman günah.
- Niye?
- Dövememek merhametten, dövmemek kibirden. Kibir çok büyük günah.


Zaten Selman, barış içinde bulunma, huzur, erinç demekmiş. Selman Bulut’un her lafı ismine uygun. Sorguda “Sen kimsin?” diye soran Cihan’a “Allah’ın günahkar bir kuluyum.” diye cevap vermesi  de, mat olunca “Çok şükür kaybettik.” demesi de hissettiği tevazunun karşılığı gibi.

Bu arada satranç oynadığı A.’nın Allah olması bana da çok mantıklı gelmişti, sonunda kaybettiğine şükretmesi, darda kaldığında A.’nın onu kurtarması yüzünden, ama Onur Ünlü’nün geçen gün bir söyleşisini izledim. Filmin Londra gösteriminden sonra Onur Ünlü ve Serkan Keskin izleyenlerin sorularını yanıtladı ve BBC Türkçe hesabı periscope’dan canlı yayın yaptı. Burada Onur Ünlü daha izleyicinin sormasına fırsat vermeden “O Allah değil.” diye yanıt verdi :).

Bir de Selman Bulut’un diyanetin hoşuna gitmeyecek her çıkışı hem bilgece hem de çok espiriliydi. Diyanet görevlilerin yüzleri değiştikçe ben izlerken mutlu oldum :). Kalıba sokulmuş, bozulmuş İslam öğretilerine karşı şu an dinin en tanıdık otoritesi konumunda olan diyanetin karşısında söyledikleri, itirazlarını en güzel dile getireceği yerdi. Kızına “imam nikahı rezalet vesikası değildir” ve “sokayım imamına” diye çıkışı ve tabi ki vaaz sahnesi.

453


Vaazın yazarı ise daha önce tanımayanların (ben) Antikapitalist Müslümanlar ile Gezi’de tanıdığı İhsan Eliaçık.

"İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır. Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor. İnfak edilmiyor. Mülkte şirk koşuluyor. Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor. Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var. Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor?

O fıkıh, Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gömenlerin, Ali’yi hançerleyenlerin, Hüseyin’i susuz bırakanların, Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.

O fıkıhtan bir şey çıkmaz. O, zenginlerin, kodamanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır. Sultanların, harem ağalarının, zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların, kırkta bircilerin fıkhıdır. Ebuzer Ğıfari’nin dediği gibi ‘Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim.' ''

Vaaz sahnesi favoriydi ama benim aklımda asıl Selman’ın imamlığı ile ilgili Gökhan’a söylediği cümle kaldı:
“Oğlum ben de Muaviye’nin imamı değilim ya!”

Bir de benim filmi izlerken fark etmediğim, sonrasında röportajlarda bahsedildiğinde farkettiğim cesedin kokması durumu çok ilgimi çekti. Tefeci öldürüldükten sonra ceset berbat bir şekilde kokuyor, aslında o kadar kısa sürede çürüyüp kokmaya başlaması mümkün değil. Buradaki gönderme tefecileri zor bir ölümün beklediğine dairmiş, ölmeden önceki kokuşmuşluğunu cesedinin çabuk bozulmasıyla devam ettiriyor.

Polisiye kısmı açısından ise söylenecek çok fazla şey yok. Film kurallara çok uygun ilerliyordu. Maktulun olabilecek tüm pisliklere bulaşması, katilin haklı görülebilecek sebebi ve çok yakından çıkması. Kötü bir polisiye hikayesi değildi ama diğer noktalar o kadar derin ve akılda kalıcıydı ki, cinayetten çok da bahsetmek gelmiyor içimden :).

Kitap olsa defalarca elime alıp sevdiğim kısımları -Selman'ın diyaloglarını- okuyacağım bir filmdi. Mutlaka izleyin.
SPOILER


13 Ağustos 2015 Perşembe

Çatı Serisi - V.C. Andrews

163 274
Yaşı 30’lara yaklaşmış olup da ilk gençlik dönemlerinde Çatı serilerini okumamış olan var mı? Sonrasında ne oldu bilmiyorum ama o dönemler ne kadar da popülerdi. Çocukluğunu Yalan Rüzgarı izleyerek geçirmiş biri olarak tabi ki ben de bulaşmıştım.

Ortaokulda Çatı serisini okurken V.C. Andrews’u genç bir kadın sanıyordum, 1986 yılında ölmüş meğer. Dollanganger ve Casteel ailesi serileri ona ait sadece. Hatta Casteel serisinin son üç kitabına başlamış ama Andrew Neiderman tarafından bitirilmiş. Ayrıca Dollanganger serisinin son kitabı da Andrew’ın notları kullanılarak yine Neiderman tarafından yazılmış.

V. C. Andrews

Bu iki seriden sonraki tüm kitapları, V.C. Andrews’un mirasçıları Andrew Neiderman’a yazdırıp, V.C Andrews’ın ismi ile yayınlatmış. Zaten bütün kitaplar birbirine benzediği için çok sıkıntı çıkmamıştır herhalde.

Ben sadece Dollanganger Ailesi serisini okumuştum, Ruby’e başladığımda da sıkılıp bırakmıştım. Geçenlerde aklıma geldi, hangi kitapta ne oluyordu diye hatırlamak için internette bakınıyordum. Kitapların orijinal isimleri ile Türkçe isimlerini toplu olarak bulamadım hiçbir yerde. Sıkıldığım bir anıma denk geldi sanırım, aşağıda toparladım, bu da burada dursun :).


Dollanganger Ailesi Serisi


V.C Andrews’un yazdığı ilk seri. İlk kitap çatıya kapatılan dört kardeşin hikayesi ile başlıyor, Chris, Cathy, Cory, ve Carrie. Sonraki kitaplar onların hikayesi ile devam ediyor, son kitapta geçmişe dönüyor ve manyak büyükanne ve büyükbaba Olivia ve Malcolm Foxworth neden manyak, anneleri Corinne Foxworth ve babaları  Christopher Foxworth Dollanganger’e ne olmuş onları okuyoruz.

Son kitap V.C. Andrews’ın notları kullanılarak Andrew Neiderman tarafından yazılmış.

Flowers in the Attic (1979) – Çatı
Petals on the Wind (1980) – Çatıdaki Rüzgâr
If There Be Thorns (1981) – Gazap Tohumları
Seeds of Yesterday (1984) - Çatıdaki Dikenler
Garden of Shadows (1986) – Gölgeli Bahçe

Casteel Serisi

V.C. Andrews’ın başladığı son seri. Son üç kitaba başlamış ancak Andrew Neiderman tarafından bitirilmiş.

Heaven (1985) - Cennet
Dark Angel (1986) – Geçmişteki Gölge
Fallen Hearts (1988) – Yaralı Gönüller
Gates of Paradise (1989) – Cennette Fırtına
Web of Dreams (1990) – Hayaller Dünyası

Bundan sonraki seriler V.C. Andrew’ın ölümünden sonra ailesi tarafından Andrew Neiderman’a yazdırılmış ve V.C. Andrews adıyla yayınlanmış.

Cutler Serisi

Dawn (1990) – Çatıdaki Nefes
Secrets of the Morning (1991) – Çatının Sırları
Twilight's Child (1992) – Çatıdaki Çığlık
Midnight Whispers (1992) – Çatıdaki Fısıltılar
Darkest Hour (1993) – Çatının Karanlığında

Landry Serisi


Ruby (1994) – Ruby / Çatıdaki Kıvılcım
Pearl in the Mist (1994) – Kadere İsyan
All That Glitters (1995) – Çatıdaki Pırıltılar
Hidden Jewel (1995) – Gizli Mücevher
Tarnished Gold (1996) – Lekeli Altın

Logan serisi


Melody (1996) - Çatıda Bir Kız "Melody"
Heart Song (1997) - Kalbimin Şarkısı
Unfinished Symphony (1997) - Bitmemiş Senfoni
Music in the Night (1998) - Gece Yarısı Müziği
Olivia (1999) – Olivia

Kimsesizler Serisi

Butterfly (1998) – Kimsesiz Kelebek
Crystal (1998)
Brooke (1998) - Çatıdaki Kelebekler (Raven ve Brooke birlikte)
Raven (1998) - Çatıdaki Kelebekler (Raven ve Brooke birlikte)
Runaways (1998) - Yetimler
Orphans (2000) (omnibus)

Yabani Çiçekler Serisi

Misty (1999)
Star (1999)
Jade (1999)
Cat (1999)
Into the Garden (1999) – Bahçedeki Çiçekler
The Wildflowers (2001) (omnibus) – Yabani Çiçekler

Hudson Serisi

Rain (2000) - Rain
Lightning Strikes (2000) – Şimşek
Eye of the Storm (2000) - Fırtına
The End of the Rainbow (2001) - Gökkuşağı
Gathering Clouds (2007)

Yıldızlar Geçidi Dizisi

Cinnamon (2001) - Cinnamon
Ice (2001) - Ice
Rose (2001) - Rose
Honey (2001) - Honey
Falling Stars (2001) – Yıldız Yağmuru
Shooting Stars (2002) (omnibus)

DeBeers Serisi

Willow (2002) – Salkım Söğüt
Wicked Forest (2002) – Lanetli Orman
Twisted Roots (2002) – Kötü Tohum
Into the Woods (2003) – Ormana Doğru
Hidden Leaves (2003) – Gizli Yapraklar
Dark Seed (2001) [an e-book now printed inside copies of Hidden Leaves]

Kırık Kanatlar Serisi


Broken Wings (2003) – Kırık Kanatlar
Midnight Flight (2003) – Evden Uzaklara Uçuş

İkizler Burcu Serisi


Celeste (2004) - Celeste
Black Cat (2004) – Kara Kedi
Child of Darkness (2005)

Shadow Serisi

April Shadows (2005) – April’in Gölgesi
Girl in the Shadows (2006) – Gölgedeki Kız


Buradan sonrası da Türkçe'ye çevirilmemiş sanırım, ben bulamadım. Bu kadarı da yeter zaten :).

The Early Spring Series

Broken Flower (October 2006)
Scattered Leaves (February 27, 2007)

The Secrets Series

Secrets in the Attic (September 2007)
Secrets in the Shadows (April 2008)


The Delia Series

Delia's Crossing (September 2008)
Delia's Heart (December 2008)
Delia's Gift (February 2009)


The Heavenstone Series

Heavenstone Secrets (2009)
Secret Whispers (March 2010)

The Kindred Series

Daughter of Darkness (2010)
Daughter of Light (2012)

The March Family Series

Family Storms (2011)
Cloudburst (2011)

The Forbidden Series

The Forbidden Sister (2013)
The Forbidden Heart [E-book] (2013)
Roxy's Story (2013)


169, 163

Simpsons Serisi Geldiii!!!



2. Simpsons serisinin satışına sonunda üç ay gecikmeli olarak başlandı. Globalde satışı Mayıs ayında başlayan, Adore Oyuncak’ın da Lego katalogunda “Mayısta sürpriz seri geliyor!” diye duyurduğu seriyi biz ancak ağustosta alabildik. Adore Oyuncak’ın bilgi vermemesi hatta sürekli yanlış bilgi vermesi konusunda aslında söylenecek çok şey var ama bir işe yaramadığını bilerek aynı şeyleri konuşup durmaktan sıkıldım artık.

Neyse, onu boş verelim, gelelim yeni seriye. Ben ayın onunda Marmara Forum’daki Toyzz Shop’tan aldım, kutu yarıya kadar azalmıştı bile, geleli bir hafta kadar olmuş. D&R ve Armağan Oyuncak’ta yoktu. Zaten Marmara Forum ve Capacity’de bu üç mağazadan birinde oluyor sadece, ki Marmara Forum Armağan’da şimdiye kadar hiç rastlamadım.

Kasanın yan tarafında biraz arkaya saklamışlar, ilk girdiğimde gözüme çarpmadı az kalsın “Yine gelmemiş ya!” diye üzülecektim ki, kenardan kenardan gördüm.

Her serideki ilk poşeti her zaman körlemesine alırım, içinde ne olduğunu anlamaya çalışmam. Yine öyle yaptım ve aldıktan sonra hemen kasadaki makası ödünç alıp açtım, Willie çıktı.



Instagramda bump code rehberi görüp telefonuma kaydetmiştim, şöyle bir şey 
Paketlerin alt kısmında kabartma şeklinde sayılar ve noktalar oluyor, onlar her figür için farklıymış. Ben Willie poşetini linkteki fotoğraf ile karşılaştırdım ama birbirlerine bir türlü benzetemedim. Kabartı noktaları görmek çok çok zor, görebildiğim noktalar da bu rehberdeki hiçbir figürünkine uymuyordu.

Bump code rehberinden hayır gelmeyeceğini anlayınca, Willie’nin olduğu poşeti çantama koydum, kollarımı sıvadım ve başladım paketleri mıncıklamaya. Öncelikli olarak istediğim figürler vardı -özellikle Martin Prince ve Professor Frink- , ama ilk alımım olduğu için seçtiğim bir figürü aramaktansa poşetlerde ne olduğunu anlamaya çalışıp ayrım yaptım. Bence bu yaklaşım daha çok işe yarıyor, çünkü herhangi bir figüre kafayı takıp onu aradığınız zaman körleşebiliyorsunuz ve o zaman da çok basit detayları bile atlayabiliyor insan.

Paketleri sıra ile elime alıp yoklamaya başladım. Biraz mıncıklamama rağmen ne olduğunu anlamadığım paketleri kutunun bir kenarına bıraktım, tam emin olamadıklarımı da daha sonra tekrar bakmak üzere önüme bir kenara ayırdım. Çünkü inat edince bu iş hiç olmuyor. Aynı kaybolan bir şeyi aramaya benziyor, inat edip yirmi kere aynı yerde dolanmanıza rağmen göremiyorsunuz ama kısa süre de olsa başka şeylerle ilgilenip dönüp geldiğinizde orda durduğunu fark ediyorsunuz. Bu yüzden mıncıklarken de bilemediğinizi geçin, sonra dönersiniz :).



Bu seri için büyük parçaları şöyle bir yokladıktan sonra (böylece Marge ve kız kardeşlerini hemen ayırabilirsiniz.) ilk olarak bacakları ayırıp mıncıklamak işi gerçekten çok kolaylaştırıyor. Gövdenin tutunması için üzerinde olan iki çıkıntı noktadan bacakları kolayca ayırt edebilirsiniz. Bulduktan sonra oynatmaya çalışın, eğer oynuyorsa uzun boylulardan biridir, oynamıyorsa kısa boylu Lisa, Bart, Milhouse, Martin ve Hans’tan biridir – Maggie’nin gövdesi tek parça, bacakları yok-.





Benim ilk bulduğum paket de kocaman saçları ile Marge oldu :). Hemen “Anladıklarım” kısmına ayırdım. Sonra Martin Prince’ın boyu kadar kitabı geldi elime, zaten çok istediğim için onu da ayırdım. Profesörü minik deney tüpünden, Lisa’yı ise Snowball II ve kuyruğundan tanıdım. Bart’ı ise şansa buldum, minik parçaları mıncıklarken elime sapanı geldi. Sonra arayınca bulamam, hazır elime gelmişken aldım.





Hans Moleman, Smithers ve Patty de birkaç kez elime geldi, ancak ilk sefer için yeterince minifigür ayırdığım için onları almadım. Hans Moleman’i oynamayan bacakları ve minik dikdörtgen parçadan, Smithers’ı üzerinde noktalar olan ikinci kare parçasından, Patty’i de çantasının sapından tanıdım.

Paketlere bakarken elime sık sık kare parçalar geldi, baştan yine de diğer parçalara bakıp içinde ne olduğunu anlamaya çalıştım ama sonra zaten karesiz bir sürü figür bulabileceğim için detaylarla uğraşmayıp bıraktım. Kare parçası olan çok figür var, kare bulduğunuzda diğer parçaları da yoklamanız gerekiyor ve diğer parçalar da o kadar ayırt edici değil. Bu yüzden çok uğraşmak istemezseniz ilk seferinde karelileri es geçip benim gibi diğerlerine yoğunlaşabilirsiniz.

312


Ayırdığım paketleri aldıktan sonra hemen yine kasadan makası ödünç aldım ve en heyecanlı kısım başladı: paketleri açmak. Tabi ki hepsini bilmiştim :).

875


Bump code rehberine aldıklarımı açtıktan sonra bir de ağbimle baktık ama yok yine beceremedik. Rehberdeki noktalarla bendeki paketlerin üzerindekilerin alakası yok, zaten noktaları görmek de çok çok zor. Belki bu resimdeki noktalar Amerika paketleri içindir, bizde satılan paketler Avrupa veya Asya için farklı olabilir. Siz yine de noktalara bir göz atın, belki görebilirsiniz, sonuçta paket mıncıklamaktan çok daha kolay ve kesin bir yöntem.


12 Ağustos 2015 Çarşamba

Lego Shop açıldı! Tabi Legoland Discovery Centre İstanbul da :)



Legoland Discvoery Centre İstanbul geçen haftalarda 3-10 yaş arasındaki çocuklar ve aileleri için açıldı, benim için ise yanındaki Lego Shop açıldı :). Legoland’e yanlarında çocuk olmadan yetişkinler alınmıyor, ancak Eylül’de ayda bir kez yetişkin geceleri yapacaklarmış. O günlerden birinde gidip gezerim, çok da merak etmiyorum zaten. Kapalı ve küçük bir alanda çok ilgi çekici bir şey olacağını düşünmüyorum, Tatilya’nın kaderine daha kısa sürede mahkûm olacaktır. İçerideki aktiviteleri ve setleri değiştirmeyeceklerdir çünkü, bu yüzden kısa sürede çocuklar bile sıkılacak.

152


Lego Shop’tan ise çok umutluydum, gidince biraz hayal kırıklığına uğradım ama hala açıldığı için mutluyum :). Mağaza Discovery Centre’ın yanında, girişi farklı, alışveriş yapmak için yanınızda çocuk olmasına gerek yok yani.

Minifigür standı


“Kendi minifigürünü oluştur.”  standı beni çok heyecanlandırmıştı. Beş grup farklı parçaların olduğu bir stand, kafalar, gövdeler, bacaklar, saçlar/şapkalar, ve aksesuarlar. Bu beş gruptan birer parça seçip minifigür oluşturuyorsunuz. Bir figür 10tl, üç tane alırsanız 25tl, üçlü plastik ambalajlar var onunla birlikte üç tane alırsanız 30tl. Tek figürlük minik poşetler var onların içine koyuyorsunuz, ben üzerinde Lego yazan sarı minicik poşetleri görünce bile mutlu oldum :). Ama stand çok başarılı değildi. Parça çeşitliliği çok azdı. 4-5 tip minifigürün tüm parçaları vardı, ve bu parçalar da birbiri ile karıştırmaya pek müsait değildi.



Mesela çiçekli tişört giymiş gövdeyi beğendim ama altına uygun tek bacak vardı, o da hoşuma gitmedi. Ben de normal bir minifigür yapmaktansa beğendiğim ya da ihtiyacım olan parçaları almak için bir tane tamamladım. Beğendiğim çiçekli gövdeyi, çocuk figürlerim çok az olduğu için kısa bacakları, çok beğendiğim halde bendeki kovboy şapkalı olduğu için sık kullanamadığım örgülü sarı saçları ve kediyi birleştirip aldım. Bir arada çok hoş görünmüyor ama dediğim gibi tek tek kullanmak için tercih ettim hepsini :).

Parça Lego Kavanozları


Parça Lego alma standı da benzer biçimde çok güzel bir fikir ama çeşit çok az olduğu için çok işlevsel değil. Duvarda kapların içinde farklı parçalar var, çook şekerci gibi, bir poşet alıyorsunuz, içini dolduruyorsunuz. 100 gramı 25tl. Kötü tarafı ise hem parça çeşidi az hem de 100 gramdan az parça alamıyorsunuz. Ağaç yaprakları vardı mesela ama ağaç gövdesi için kullanılabilecek parçaların renkleri uygun değildi, kahverengi ya da aynı ton yeşil yoktu. Ağaçtan vazgeçip çiçek ve saplarını görünce heyecanlandım, Ebay’den çiçek alacaktım çünkü. Sadece beyaz vardı ama “Daha iyi istediğim renge boyarım.” diye düşündüm. 15-20 tane seçtim, ancak sadece 20 gram tuttuğu için alamadım. 100 grama tamamlamak da saçma geldi, 25tl verip 100 tane çiçeği ne yapacağım.

çiçek sapları

Lego Ağacı


Mağazada satılan setler ise diğer stantlara göre daha iyi. Adore oyuncak, D&R, Toyzz Shop veya internette Lego satan diğer mağazalarda hemen tükenen ya da almak için gittiğinizde birinde olup birinde olmayan setlerin hepsi burada var. Mesela bir türlü bulamadığım Creator serisi 10245 vardı, Santa’s Workshop. İki kutu duruyordu rafta, önümüzdeki ay alacağım. Christmas yaklaşında Noel Baba konsepti ebay’de oldukça pahalılaşıyor, önceden önlemimi alayım :).


875


Bir de internetten açıp açıp resimlerine baktığım 76023 Batman The Tumbler’ın canlı canlı kutusunu gördüm daha ne olsun :). Sadece ikisi değil, Creator, City, Star Wars, Friends, Duplo, Super Heroes koleksiyonlarına ait setlerin çoğu vardı. Fiyatlar da aynı, Türkiye satış fiyatları ile farkı yok.


Lego Shop sayesinde setlere daha kolay ulaşabilecek olmak güzel. Şimdiye kadar aldığım çoğu sette aynı durumu yaşadım, mağazaların çoğunda olmuyor, internette de stokta olmuyor. İlk çıktığında almak gerekli ya da şansa rastladığınız yerde almalısınız gibi bir durum vardı. Lego Shop bizi bundan kurtaracak gibi görünüyor. Ancak yine de eksiklikleri var. Polybag olarak adlandırılan, poşetlerde satılan minik setler yine yok mesela. Mağaza sadece Türkiye’ye şimdiye kadar getirilen setlerle sınırlı kalmış. Aradığımız şeyi bir mağazada bulabilecek olmaktan başka sunduğu bir yenilik yok şimdilik.

Amasız olarak en çok sevdiğim stantlar ise anahtarlık stantları oldu. Adore Oyuncak’ın internet sitesinde tükenmiş olarak görünen tüm anahtarlıklar – hatta daha fazlası – vardı. Tüm süper kahramanlar - Star Wars serisi, Batman, Cat Woman, Spiderman, Superman, Supergirl – ve birçok minifigürün anahtarlığı - Gingerbread Man, Fairy Princess vs. – hepsi iki uzun döner standa dizilmişti. Fiyatlar ise yine aynı 15tl. Ben Darth Vader anahtarlığı aldım :).

Mağazada Lego’nun kırtasiye ürünleri de gözüme çarptı. Defter, kalemlik, silgi vardı, internette görmüştüm ama Türkiye’deki mağazalarda hiç rastlamamıştım. Biraz pahalı olsalar da Türkiye’ye gelmiş olması güzel, en azından internette görüp içimiz gitmeyecek.

Eksikleri olsa da böyle bir mağazanın açılmış olmasına çok sevindim. Umarım bu durum açılışa özel kalmaz, stoklar ilerleyen günlerde de güncel kalır, set ve minifigür çeşitleri de artar. Legoland Discovery Centre’ın kapansa da mağaza uzun yıllar açık kalsın lütfen, hatta şubeleri açılsın :).