167 |
Yaşımı hatırlamıyorum ama beşin altındaydım, anaokuluna gitmiyordum çünkü daha. Sabah ilk işim yataktan çıkıp balıklarıma bakmaktı. Annem de hemen elinde yelekle yanımda biterdi. Yeleğim giydirilirken biraz fanusun içini seyreder, sonra da balıklarıma yem verirdim.
Uyandım, fanusun durduğu kitaplığın önüne geldim. Kavanoz boş. Öylece bakmaya devam ettim. Evde yalnız olsam, sanki balıklar hala içindeymiş gibi davranmaya devam edeceğim neredeyse. Öyle bir kabullenememe. Kafamı çevirdim, babam evden çıkıyor, annem de onu uğurluyor. Babamın elinde siyah bir poşet.
Annem yanıma geldi hemen.
- Aa sabah bir uyandım, balıkların çok hasta. Baban da aldı balık hastanesine götürdü.
“Ateşleri çıkmış herhalde.” diye düşündüm. Benim hep ateşim çıkardı çünkü. Parmağımı fanusun içine daldırdım, evet suları biraz sıcaktı. Demek ateşleri çıkınca suyu da ısıtmıştı.
Balık hastanesinde fanusları buzlu kapların içinde tutuyor olmalıydılar. Annemin alnıma soğuk bez koyması gibi. Beyaz önlüklü doktor ve hemşireler vardı, ellerinde dosyalarla akvaryumların önünde gezip notlar alıyorlardı. Hemşire balıkların son durumu ile ilgili bilgi veriyor, doktor da ne yapılması gerektiğini söylüyor:
- Suya beş damla Bactrosyl damlatın. Günde iki kere, yem verdikten sonra.
- Tamam doktor bey.
Yalnız bir dakika. Doktor olmaz. Veteriner, balıklara veteriner bakar.
- Tamam veteriner bey.
Bütün gün balık hastanesinin çizgi filmden çıkmış bir hayaliyle oyalanıp babamın gelmesini bekledim. Öğreneceğim önemli detaylar vardı, “Balıklarım nerede?” ile başladık.
Balık hastanesindelermiş. Babam doktorla –doktor değil veteriner- veteriner ile konuşmuş, bir süre hastanede kalmaları gerekiyormuş. Ama iyilermiş, tamamen iyileştiklerinde de hastaneden telefon edeceklermiş babam gidip alacakmış. Zaten onlar aramadan babam gün aşırı uğrayıp bakarmış durumlarına, haberi olurmuş.
Böylece hayalimdeki balık hastanesine birkaç detay daha eklendi: Bir bankonun arkasına oturmuş, iyileşen balıkların sahiplerine telefon açıp haber veren tatlı bir hanım ve ‘bekleme salonu koltuklarında’ oturan, balıklarını görmeye ya da eve götürmeye gelmiş aileler.
Balıklarımı merak ediyordum, balık hastanesini daha da merak ediyordum. Gitmek istediğimi söyledim, babam “Çocukları almıyorlarmış yalnız.” diyerek ustaca savuşturdu. Balıklarını almaya gelmiş ailelerdeki çocukları sildim hemen hayalimde.
Bundan sonraki akşam sorgularımın yanıtları ise üç aşağı beş yukarı aynıydı:
“Bugün uğradım, baya toparlamışlar, veteriner “Bir iki haftaya eve götürebilirsiniz.” dedi.”
“Arayacaktım aslında ama çok işim vardı unutmuşum. Yarın bir uğrar bakarım.”
Zaten yavaş yavaş her gün sormak aklıma gelmez olmuştu. İki üç günde bir, haftada bire düştü. Öyle babam kapıdan girer girmez de koşturmuyordum, akşam bir anda aklıma geliveriyordu.
Meğer balıklarımın gidişinin hemen ertesi günü annemle fanusu boşaltmamız da bu yüzdenmiş.
“Hastalandıklarına göre suları mikroplu olabilir. Gel boşaltıp temizleyelim.” demişti.
Ben temiz suyla doldurmak istedim ama balıklarım hemen gelemezse su yine mikroplanabilir, yosun tutabilirmiş, zaten babam da almaya gitmeden önce bize haber verirmiş hemen temiz temiz doldururmuşuz fanuslarını.
Fanus ortadan kalkınca, balıklarımı bir süre sonra unutacağımı bilmiyordum tabi. Seneler sonra bir anda gözümün önünde beyaz önlüklü bir veteriner ve hemşire belirdi. “Ölen” balıklarımı hatırladım.
"Balık hastanesi" mi :) ?