"Ne de olsa bazen kim olduğumuzu bulmamız için kendimizi kaybetmemiz gerekir."
Simyacı’yı ortaokula başladığım yıllarda almış, okumaya da başlamıştım ama ya sıkılıp bıraktığım için kitabı bitiremedim ya da okudum ama anlamadığım için şu an kitapla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum. O dönem kitabın benim için fazla olduğuna kanaat getirmiştim, onu hatırlıyorum ama sonrasında tekrar okumak için de hiçbir girişimde bulunmadım.
Paulo Coelho ile olan münasabetim bu kadarken geçen sene konusu ve kapağı ilgimi çektiği için Aldatmak’ı aldım. Aldatmak kısmı değil de, kitabın tanıtımlarında bahsedilen her şeye sahip denilebilecek bir kadının mutsuz olması ilgimi çekti daha çok. Demek ki gerçekten de başarılı bir kariyer, anlayışlı bir koca, genç yaşta sahip olunan sevimli çocuklar mutlu olmaya yetmeyebiliyordu. Bu merakım kitabı hemen okumaya başlamam için yeterli olmadı ama. Elime almak için kiraz mevsiminin gelmesini bekledim sanırım, yediğim şeylerin okuduğum kitapla uyumlu olması gerekiyordu :).
163 |
Kendinizden bir şeyler bulmak demek de illa aldatmak ile ilgili düşünceleriniz olması anlamına gelmiyor. Hikâye birinci ağızdan anlatılıyor ve Linda’nın düşüncelerinde 20’li yaşlarının sonundan itibaren her kadının kendine yakın hissedebileceği yanlar var. Linda da 30’lu yaşlarının başında bir kadın. Her işin düzgün yürüdüğü, herkesin kuralına uygun yaşadığı Cenevre’de yaşıyor. İyi bir gazetede çalışıyor, güzel bir evi, anlayışlı bir kocası ve mutlu iki çocuğu var. İmrenilenecek bir hayatı olduğunun farkında ama yine de mutsuz hissediyor. Sabahları uyanmak istemiyor, zorunluluktan kalkıp kahvaltı hazırlıyor, çocuklarını okula gönderiyor, işine gidiyor. Kimse bu durumun farkında değil, kocasının ve arkadaşlarının gözünde hiçbir problem yok çünkü. Hissetmemesi gerekeceği halde içini kaplayan mutsuzluğun nedenini bulmaya çalışırken bir gün politikacı Jacob König ile röportaj yapmak için buluşuyor. Jacob aslında Linda’nın lise yıllarındaki sevgilisidir ve şu an siyaset hayatının gerektirdiği biçimde sadece imajının bir parçası olan bir evlilik sürdürmektedir. Linda, belki de tekdüze hayatından kurtulmanın bir yolu olarak görerek Jacob ile birlikte olmaya başlar.
169 |
Kitabın olay örgüsündeki ana tema bu yasak ilişki olsa da, anlatılanlar bundan ibaret değil. İsmine aldanıp bir aşk hikâyesi beklentisine girmeyin. Linda’nın Jacob ile ilişkisi onun mutsuzluğunu sorguladığı düşüncelerine farklı bir yön vermesine vesile olan bir olay sadece. Monoton ama çok da rahat olan yaşantısında bambaşka bir heyecan ve tutku duymasını sağlıyor ve kendi ile ilgili hesaplaşmaları farklı bir yöne kayıyor. Bu ilişkinin varlığı sayesinde kitap da cüretkâr bir yetişkin romanı halini almış, Gri’nin Elli Tonu kadar değil ama cinsel anlatımlar es geçilmemiş.
Ben kitabın bu gerçek halini çok sevdim. Kocasını aldatan bir kadından bahsederken cinselliği bölüm aralarına saklayıp “Size anlatmıyoruz ama birlikte oldular.” mesajı vermek bana çok samimiyetsiz geliyor. Ayrıca gerçeklik sadece cinsellik ile hissettirmiyor kendini, bir erkeğin kaleminden çıkmış bir kadın karakterin eksiklikleri olsa da Linda’nın düşünceleri ve tepkileri çok gerçekçi. Örneğin hissettikleri üzerine vicdan azabı ile karışan ‘Neden?’ sorusu o kadar tanıdık ki. Mutlu olması gerekirken –işi, evi, ailesi olan bir kadın mutlu olmalı sonuçta- mutsuz hissediyor ve bunun nedenini anlamaya çalışıp bitmesini istiyor. Bunu hepimiz zaman zaman hissediyoruz, tırmalayan, rahatsız eden bir şey var ama sanki mutsuzluğunu kabul etmek demek yenilgiyi de kabul etmek anlamına geliyor.
“Belli bir yaştan sonra kendimizi güvende ve yaptıklarımızın doğruluğundan emin gösteren bir maske takıyoruz. Zamanla bu maske yüzümüze yapışıyor ve bir daha çıkmıyor.”
Diğer taraftan hep bir “Yine de çok şükür.” haline zorunluyuz, ben mutsuzum desek daha kötü bir şey olacak sanki ve bugünlerin aslında o kadar da kötü olmadığını anlarsak “Sen kendin arandın.” diye suçlanacağız.Ayrıca Linda’nın olaylara karşı tepkilerini de çok gerçekçi buldum. Biraz kaderci bir tutumu var, düşünceleri elinde olmadan yaşadıkları ile de şekilleniyor, tepkileri de. Bir olay karşısında aklına bir şey geliyor ve onu yapmak için işe koyuluyor. Kitapta öyle çok acayip ‘romanlık’ olaylar da olmuyor zaten, çok kendi halinde bir havası var, tüm bunlar ile birlikte gerçek hayat havası hiç eksilmiyor.
Kitabın sonu ise özellikle benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Bu kaderci yaklaşım son sayfalarda kendini tamamıyla gösteriyor, “Ee nooldu yani şimdi?” diyorsunuz. Aslında bu da kitabın gerçekçi tutumunu tamamlıyor, Linda’nın mutsuzluğu bir anda ortaya çıktığı gibi bir anda da kayboluyor. Bu kaybolma biraz masalsı ve metaforik bir şekilde bağlanmaya çalışılmış ama çok basit olmuş bence. Hiçbir şey olmasaydı ve Linda bir sabah “Ah ne kadar da mutluyum!” diye uyansaydı bile bu halinden daha güzel olurdu.
Aldatmak, bir aşk ve aldatma hikâyesi olarak değil de, mutsuzluğunu sorgulayan bir kadının hikâyesi olarak ilginizi çekiyorsa size tavsiye edebileceğim bir kitap. Yirmili yaşlarının sonları veya sonrasında iseniz kendinizden bir şeyler mutlaka bulacaksınız. Çok bayılarak okuduğum bir kitap olmadı ama bir kitapta da olsa mutsuz olma hakkını kullanan bir kadın karakter ile karşılaşmak beni heyecanlandırdı.
“Hevesle peşine düştüğümüz her şey –sevgi, iş, iman- yetişkinliğe ulaştığımızda sırtımızda ağır bir yüke dönüşür. Bundan kurtulmanın tek yolu sevgiden geçer. Sevmek köleliği özgürlüğe dönüştürmektir.”
“Bilgelik ve tecrübe insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. Zaman insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. İnsanı olduğundan farklı birine dönüştüren tek şey sevgidir.”
0 yorum:
Yorum Gönder